8 Aralık 2012 Cumartesi

Açıklamalı - 6. MEKTUP-"Allah bize yeter. O ne güzel vekildir"

Açıklamalı - 6. MEKTUP-"Allah bize yeter. O ne güzel vekildir" Bismillâhirrahmânirrahîm Elhamdülillâhi rabbil âlemîn velâkibetülil müttekîn vessalêtü vessalêmü alê seyyidine Muhammedivve alê êlihi vesahbihi ecmain,alê rasulüne salevât Bu mektup Üstad Bediüzzaman'ın gurbetteki hâlini ve "Allah bize yeter. O ne güzel vekildir" meâlindeki âyetin verdiği teselliyi güzel bir şekilde ifade eder. ALTINCI MEKTUP Gayretli kardeşlerim, hamiyetli arkadaşlarım ve dünya denilen diyar-ı gurbette medar-ı tesellilerim, Madem Cenâb-ı Hak sizleri, fikrime ihsan ettiği mânâlara hissedar etmiştir; elbette hissiyatıma da hissedar olmak hakkınızdır. Sizleri müteessir etmemek için, gurbetimdeki firkatimin ziyade elîm kısmını tayyedip bir kısmını sizlere hikâye edeceğim. Şöyle ki: Şu iki üç aydır pek yalnız kaldım. Bazen on beş yirmi günde bir defa misafir yanımda bulunur. Sair vakitlerde yalnızım. Hem yirmi güne yakındır dağcılar yakınımda yok dağıldılar. İşte gece vakti, şu garibâne dağlarda, sessiz, sadasız, yalnız, ağaçların hazinâne hemhemeleri içinde, kendimi birbiri içinde beş muhtelif renkli gurbetlerde gördüm. Birincisi: İhtiyarlık sırrıyla, hemen ekseriyet-i mutlaka ile, akran ve ahbabım ve akaribimden yalnız ve garip kaldım. Onlar beni bırakıp âlem-i berzaha gittiklerinden neş'et eden hazin bir gurbeti hissettim. İşte, şu gurbet içinde ayrı diğer bir daire-i gurbet açıldı. O da, geçen bahar gibi alâkadar olduğum ekser mevcudat beni bırakıp gittiklerinden hâsıl olan firkatli bir gurbeti hissettim. Ve şu gurbet içinde bir daire-i gurbet daha açıldı ki, vatanımdan ve akaribimden ayrı düşüp yalnız kaldığımdan tevellüt eden firkatli bir gurbeti hissettim. Ve şu gurbet içinde, gecenin ve dağların garibâne vaziyeti bana rikkatli bir gurbeti daha hissettirdi. Ve şu gurbetten dahi, şu fâni misafirhaneden ebedü'l-âbâd tarafına harekete âmâde olan ruhumu fevkalâde bir gurbette gördüm. Birden, "Fesübhânallah!" dedim, bu gurbetlere ve karanlıklara nasıl dayanılır düşündüm. Kalbim feryatla dedi: Yâ Rab, garibem, bîkesem, zaîfem, nâtüvânem, alîlem, âcizem, ihtiyarem, Bî-ihtiyarem, el-aman-gûyem, afv-cûyem, meded-hâhem, zidergâhet İlâhî! Evet böyle farisi tarzda ifade etmiş. Onu mealen okuyunca doğrusu bizim içimizi de aynı duyguların kapladığı Üstadın duygularına katılacağımız ve onun hesabına ağlayacağımız ifadeler… Mealen şöyledir. Ya Rabb ben şu dünyada zalim din düşmanlarının beni sürgün ettiği şu barla tepesinde Kimsesiz ormanlarda karanlık gecelerde yanlız kaldım. Senden başka gidecek yerim, Senden başka bana sahip çıkacak kimsem yok. Gıdasız ıssız bir yerdeyim. Senden başka güvenecek dayanacak kimsem kalmadı. Üstelik hastayım çeşitli dertler ağrılar beni aciz bıraktı. Allah’ım ben hem senin yaşlı bir kulunum. Şöyle yapayım diyecek kadar bile mecalim yok. Yetiş imdadıma diyorum. Affına sığınıyorum. Yardım istiyorum. Senin yüce dergahından yardım diliyorum. Kardeşler bu feryadı anlayabilmek hissedebilmek için Hergün evine dönen sıcak yatağında uyuyan insanlar olarak Tasavvur bile etmemiz mümkün değil… Anlayabilmemiz mümkün değil… Dağ basında köyden uzak çobanların bile terk ettiği bir yer düşünün… Aylar geçiriyor Üstadımız… Ve öyle geceler ki Allah’tan başka bir dost yok Bir çok zaman yiyecek yok Bu hissiyat içerisindeyken diyor Üstad Birden, nur-u iman, feyz-i Kur'ân, lütf-u Rahmân imdadıma yetiştiler. O beş karanlıklı gurbetleri, beş nuranî ünsiyet dairelerine çevirdiler. Dilim HASBUNALLAHU VE NİMEL VEKİL derken Allah bize yeter; O ne güzel vekildir.” Âl-i Imrân Sûresi, 3:173. Kalbim Fe in tevellev fe kul hasbiyallahü la ilahe illa hu aleyhi tevekkeltü ve hüve rabbül arşil azıym âyetini okudu. “Eger senden yüz çevirecek olurlarsa de ki: Allah bana yeter. Ondan baska hiçbir ilâh yoktur. Ben Ona tevekkül ettim. Yüce Arşın Rabbi de Odur.” Tevbe Sûresi, 9:129 Aklım dahi, ıztırabından ve dehşetinden feryat eden nefsime hitaben dedi: Bırak biçare feryadı, belâdan kıl tevekkül. Zira feryat, belâ ender hata ender belâdır bil. Belâ vereni buldunsa eğer, safâ ender vefâ ender atâ ender belâdır bil. Madem öyle, bırak şekvâyı, şükret; çün belâbil, demâ keyfinden güler hep gül mül. Ger bulmazsan, bütün dünya cefâ ender fenâ ender hebâ ender belâdır bil. Cihan dolu belâ başında varken, ne bağırırsın küçücük bir belâdan, gel tevekkül kıl. Tevekkül ile belâ yüzünde gül, tâ o da gülsün. O güldükçe küçülür, eder tebeddül. Ey beladan musibetlerden kimsesizlikten ağlayıp sızlayan feryad eden; Feryadı bırak diyor. Karamsarlıktan ve ümitsizlikten çık. Gel kudreti sonsuz rahmeti sonsuz Allah’tan güzel şeyler iste. Kimsesiz kalmış yetim bir çocuk gibi feryad etmek ayrı bir beladır. Sen kimsesiz bir yetim çocuk gibi değilsin. Yetim bir çocuk değilsin diyor… Sana şefkatle bakan bir rabbin varken Kendinin kimsesiz olduğunu düşünmen bir hatadır. Yani sen böyle yaparak farkına varmadan Yaradan’ın rahmetini itham ediyor, Suçluyor olabilirsin. Sen sahipsiz değilsin. Sen seni böyle sıkıntılarla pişiren rabbini buldunsa şükür et. Sana hücum edenin gerçekte bir ayı olmadığını, Ayı postu giymiş bir arkadaşının seni eğlendirdiğini bilirsen, Ne kadar keyif alırsın. İşte musibetleri böyle bilen biri hayattan keyif alır. Eğer bela vereni bulmazsan işte o zaman ciddi bir beladasın demektir. İşte o zaman dünya senin gözünde cefalı bir dünyadır. Boşa giden bir dünyadır. O bakışla dünya anlamsızdır, herkes sahipsizdir. Ve dünyada çekilen sıkıntılar Allah’ı bulmadıkça boşunadır. O bela vereni seni imtihan edeni buldunsa o zaman lütuftur ihsandır. Ne bağırırsın küçük bir beladan gel tevekkül kıl. Başımızdaki en büyük bela onu tanıyamamaktır. Ona yönelip dua edememekten, Ona sığınamamaktan, Ona dua edememekten, daha büyük bir belamı olur? Ahirette ilahi mahkemede hesap verememekten daha büyük bir belamı olur? Bunları ruhunda duyamamak, hissiz yasamak ne kadar büyük bir beladır asıl… Az sonra içine düşeceğin bir azap çukuru varken azap feryadı neden dir? Onun bir imtihan olduğunu anlayabilmek teslim olmak ve tevekkül etmek… Bu yüzden Üstad hz der ki; Cihan dolu belâ başında varken, ne bağırırsın küçücük bir belâdan, gel tevekkül kıl. Onun hikmetine itimat et. Onun sana bu acıyı çektirmekte bir gayesi vardır, hikmeti vardır. Hiçbir şey gayesiz hikmetsiz değildir. Bir kuş bile sebepsiz uçmaz ve hiçbir şey başıboş değildir. Sen gül , sen gülünce musibetlerde güler. Hastalıklar tebessüm eden bir dost olur. Hem üstadlarımdan Mevlânâ Celâleddin’in nefsine dediği gibi dedim: O, "Ben senin Rabbin değilmiyim?" dedi; sen "Evet, Rabbimsin" dedin. "Evet" demenin şükrü nedir? "Bela" çekmektir. Belanın sırrının ne olduğunu bilir misin? O, Allah'a karşı fakrını hissetmenin ve Allah'a dayanmadıkça hiçliğini bilmenin yoludur. O vakit nefsim dahi “Evet, evet. Acz ve tevekkülle, fakr ve iltica ile nur kapısı açılır, zulmetler dağılır. Hikem-i Atâiyenin şu fıkrası “Cenâb-i Hakki bulan neyi kaybeder? Ve Onu kaybeden neyi kazanır?”; yani, “Onu bulan herşeyi bulur Onu bulmayan hiçbir şey bulmaz, bulsa da başına belâ bulur” ne derece âli bir hakikat olduğunu gördüm. Ne mutlu gariplere!” Müslim, Îman: 232; hadîsinin sırrını anladım, şükrettim. İşte, kardeşlerim, karanlıklı bu gurbetler, çendan nur-u imanla nurlandılar fakat yine bende bir derece hükümlerini icra ettiler ve söyle bir düşünceyi verdiler. “Madem ben garibim ve gurbetteyim ve gurbete gideceğim. Acaba su misafirhanedeki vazifem bitmiş midir? Tâ ki sizleri ve Sözleri tevkil etsem ve bütün bütün alâkamı kessem” fikri hatırıma geldi. Onun için sizden sormuştum ki, “Acaba yazılan Sözler kâfi midir, noksanı var mı? Yani vazifem bitmiş midir? Tâ ki rahat-i kalple kendimi nurlu, zevkli, hakikî bir gurbete atıp, dünyayı unutup, Mevlânâ Celâleddin'in dediği gibi Semâ'ın ne olduğunu bilir misin? O, mevcudata sırt çevirip fenâ bulmak; fenâ-yı mutlak içinde bekâyı zevk etmektir. deyip, ulvî bir gurbeti arayabilir miyim?" diye sizi o suallerle tasdî etmiştim. Said Nursî

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder