9 Aralık 2012 Pazar

Açıklamalı 20.Mektub dersleri - Mukaddeme Bismillâhirrahmânirrahîm, sabah ve akşam namazlarının ardından tesbihatımızı yaparken onar kere tekrarladığımız bir cülme-i tevhid var لاۤ اِلٰهَ اِلاَّ اللهُ وَحْدَهُ لاَ شَرِيكَ لَهُ لَهُ الْمُلْكُ وَلَهُ الْحَمْدُ يُحْيِى وَيُمِيتُ وَهُوَ حَىٌّ لاَ يَمُوتُ بِيَدِهِ الْخَيْرُ وَهُوَ عَلٰى كُلِّ شَىْءٍ قَدِيرٌ وَاِلَيْهِ الْمَصِيرُ bir rivâyet-i sahîhada İsm-i Âzam mertebesini taşıyan şu cümle-i tevhidiyenin on bir kelimesi var. Herbir kelimesinde, hem birer müjde ve beşaret, hem birer mertebe-i tevhîd-i rubûbiyet, hem bir İsm-i Âzam noktasında bir kibriyâ-i vahdet ve bir kemâl-i vahdâniyet vardır. Bu büyük ve ulvî hakikatlerin izahını sair Sözlere havale edip, bir vaade binaen, şimdilik mücmel bir hülâsa suretinde iki makam, bir mukaddime ile ona bir fihriste yapacağız. bu gece mukaddemeyi okuyalım birlikte Mukaddime Kat’iyen bil ki, hilkatin en yüksek gayesi ve fıtratın en yüce neticesi, iman-ı billâhtır. hiçbir yaratılmış yoktur ki bir hikmete bir gayeye binaen var edilmesin ve hatta sadece bir değil pek çok gayelere hizmet için, ulaşması için yaratılmış toprağından suyuna, güneşinden yağmuruna bitkisinden hayvanına ve insana kadar kainattaki herşey halk edilmiş, bir suret verilerek var edilmiş, ve her birisinin içine envai çeşit özellik konmuş, fıtratlar tayin edilmiş misal bir insan eli ayasıyla, beş parmağıyla ile halk edilmiş, ve fıtratına tutma özelliği konmuş fıtrat yalan söylemez. biz halk edilmiş, var edilmiş herşeyi, fıtratlarındaki özelliklerine göre kullanırız elin tutma özelliği varsa, tutmak için kullanılır amuda kalkıp üzerinde yürümek için kullanılmaz bu onun fıtratına ters düşer sürekli fıtrata ters hareket etmek fıtratın, verilen istidatların, özelliklerin bozulmasına sebeb olur yaratılış gayelerinin en yüksek mertebesine, ancak onları Allah a iman yolunda kullanmakla ulaşabiliriz; o gayelere ve özelliklere en uygun en doğru kullanım, her bir var edilmişten Allah a bir yol bulmak, O na c.c ulaşacak bir pencere açmak ve imanı kazanmakta kullanmaktır misal aklımıza baksak, düşünmek için var edilmiş, bu özelliğe sahip neyi düşünmek için sorusu onun var edilme amacını bulmak için sorulur ve bu soruya verilecek en güzel cevab "Allah ı bulmak, tanımak, anlamak ve inanmak için" şeklinde olur bundan daha ali bir cevabı olamaz, daha ali bir amacı yoktur sair latifeler, cihazlar buna kıyas edilerek, her birisi için bu soruya cevablar aranabilir ve aranmalıdır Ve insaniyetin en âli mertebesi ve beşeriyetin en büyük makamı, iman-ı billâh içindeki marifetullahtır. insaniyet dendiğinde akla gelen ne kadar özellik varsa; "insaniyet namına şunu yap" gibi cümlelerimiz olur misal bunlar, yardımlaşma, sevgi, merhamet, hoşgörü gibi sair latif hallerdir işte bu özelliklerin en güzel inkişafı en yüksek mertebeleri Allah a iman ettikten sonra O nu c.c tanımakla kazanılabilir her bir istidad bir isme bakar bütün latif ve güzel istidadlar özellikler Rabbimizin isimlerine bakar, onlara ayna olur biz Allah ı tanımakla, isimlerini anlamakla bizdeki bu güzel özelliklerin asıl menbaını bulmakla onları gerçek kaynağına bağlayabilir, onları gerçek kaynağından doyurabilir ve bu hiç bitmeyen kaynaktan besleyebiliriz ve ancak o zaman, insaniyetin en ali mertebelerine ulaşılabilir ve buna ulaşmış olan en kamil insan efendimiz a.s.m ın hayatına baktığımızda iman-ı billahtan sonra gelen marifetullah ile ne kadar muazzam derecelere ulaşılabileceği görülebilir keza sahabe efendilerimiz, alim zatlar her birisinde bu mertebeler gözlenir ve makamları da yine bu nisbette yükselir Cin ve insin en parlak saadeti ve en tatlı nimeti, o marifetullah içindeki muhabbetullahtır. normalde yoldan geçen bir insan ile aramızda hiç bir bağ, hiçbir iletişim olmaz bambaşka memleketlere gideriz öncesinde oradaki insanların varlıklarını dahi bilmeyiz ama onları gördüğümüzde, işlerini gördüğümüzde, var olduklarına inanır, varlıklarını biliriz sonra tanımaya başlarız ve tanımanın ardından sevmek gelir arada bir muhabbet oluşmaya başlar ve o noktadan sonra o kişilerle, kardeşlerimizile, dostlarımızla olmak bize huzur vermeye başlar muhabbetimiz arttıkça onların yanındaki huzurumuz da artar bu huzur bir numunedir bizim için Allah ın yarttığı bir mahluka duyulan cüz i muhabbet ile verilen cüz i huzur cüz i saadet, cüzi mutluluk Cenab-ı Hakkı o nisbette ve daha da fazla tanıyıp O na c.c muhabbetimiz artıkça nasıl muazzam bir huzura, sevince, mutluluğa ulaşacağımızı gösteren küçük bir misaldir Rabbim hepimize gerçek huzuru saadeti yaşamayı nasib etsin Ve ruh-u beşer için en hâlis sürur ve kalb-i insan için en sâfi sevinç, o muhabbetullah içindeki lezzet-i ruhaniyedir. insan sadece maddeden oluşmamış, belki maddeden daha ziyade maneviyatı var maddi vucudun beslenme ihtiyacı gibi manevi vucudumuzunda beslenmeye ihtiyacı var bu besin ancak hakiki iman ile sağlanabiliyor hakiki imanın ardından gelen marifetullah ve muhabetullah ile sağlanabiliyor maneviyatımız, kalbimiz, ruhumuz ancak Allah ı sevmekle tatmin olabiliyor en halis, en temiz, en safi sevincini o zaman yaşayabiliyor Evet, bütün hakikî saadet ve hâlis sürur ve şirin nimet ve sâfi lezzet, elbette marifetullah ve muhabbetullahtadır. Onlar, onsuz olamaz. onlar; yani fıtartın ali mertebelerine ulaşması, insaniyetin kemale ermesi ruhumuzun huzur imanı billah olmadan, muhabbetullah olmadan olmuyor ve yine onlar, yani; hakiki saadet halis surur, halis sevinç safi lezzet dahi marifetullah ve muhabbetullah ile yakalanabiliyor Cenâb-ı Hakkı tanıyan ve seven, nihayetsiz saadete, nimete, envâra, esrara, ya bilkuvve veya bilfiil mazhardır. Onu hakikî tanımayan, sevmeyen, nihayetsiz şekavete, âlâma ve evhama mânen ve maddeten müptelâ olur. ... günlük şikayetlerimiz .. sıkıntılarımız .. evhamalarımız .. dertlerimiz .. şimdi gözümün önünden geçiyorlar demek henüz hakiki tanıyamamışız hakiki sevememişiz ki hala şikayet etmeye, mutsuz olmaya devam edebiliyoruz .. Evet, şu perişan dünyada, âvâre nev-i beşer içinde, semeresiz bir hayatta, sahipsiz, hâmisiz bir surette, âciz, miskin bir insan, bütün dünyanın sultanı da olsa kaç para eder? sekizinci sözdeki sol yolun yolcusundan bahs edilirken, dünyanın nasıl perişan göründüğünü anlatır üstad hazretleri, her yerde ölümler, bitmeler, sıkıntılar .. böyle bir ortamda eli hiçbir yere yetişmeyen gücü hiç bir olumsuzluğu düzeltmeye yetmeyen insan koca dünyanın sultanı olsa ne fayda İşte bu âvâre nev-i beşer içinde, bu perişan, fâni dünyada, insan sahibini tanımazsa, mâlikini bulmazsa, ne kadar biçare sergerdan olduğunu herkes anlar. Eğer sahibini bulsa, mâlikini tanısa, o vakit rahmetine iltica eder, kudretine istinad eder. O vahşetgâh dünya, bir tenezzühgâha döner ve bir ticaretgâh olur. kalabalığın ortasında annesini kaybetmiş üç yaşında bir çocuk düşünün etrafında tanımadığı koca koca insanlar kendi aciz fakir ne yapacağını şaşırmış sağa sola koşturuyor ama ne fayda elinde en pahalısından bir oyuncağı var ama hüngür hüngür ağlıyor feryat figan ediyor bu halde o çocuğa kim fayda verebilir kim onu mutlu edebilir dünyayı verseniz o çocuk sakinleşebilir mi? ama ne zaman annesini görür onun merhametli kollarına sarılır işte o zaman ne derdi kalır ne tasası ne ortasında oldukları kalabalıktan korkar ne de başka bir dert ona ilişebilir annesinin merhametine sığınır ve annesinin kuvvetinden güç alır insan dahi .. bu avare dünyada hengame içinde acziyeti ve fakirliği ile o çocuğa benzer .. ne zaman Rabbini bulur Rabbini görür o zaman O nun c.c merhametine iltica eder, bütün fakirlikleri yoksunlukları biter O nun kudretine dayanır o zaman fakirliği acizliği son bulur Rabbim kendisine hakiki kul olabilmeyi nasib etsin her daim hakiki imanı yaşamayı nasib etsin hepimize inşallah

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder