7 Aralık 2012 Cuma

açıklamalı 1.Lema dersleri

Bismillahirrahmanirrahim elimizin yetişmediği her işimizde ve aslında elimiz hiçbir şeye yetişemeyecek kadar kısa olduğu için her işimizde Rabbimize koşuyoruz farkında olarak veya olmayarak bir sürü hatalar yapıyoruz, yaptığımız her hatanın özrünü de yine Rabbimize sunuyoruz yaptığımız yanlışın farkına vardığımızı aslında kendi kendimize kötülük etiğimizi fark ettiğimizde yine özür dileyeceğimiz yardımını isteyeceğimiz kapı Rabbı Rahim-i Hakim’in Rahmet kapısı oluyor O’nun merhametini celp edebilmek dualarımıza icabet etmesine vesile sunabilmek için hatalarımızı kusurlarımızı itiraf ediyor O’ndan yardım diliyoruz üstadımız birinci lem’a da Hz. Yunus Aleyhisselam’ın münacatını anlatıyor ve hatanın farkına varıp özür dilemenin, kendi aczimizi anlayıp Rabbimizin bütün kusurlardan münezzeh oluşunu fark, kabul ve itiraf etmenin ehemmiyetini vurguluyor elbet daha çok anlamlar, hikmetler gizli o satırların arasında biz bu anlam deryasından hissemize düşen katreleri bu akşam paylaşıp nasiplenmeyi umalım Birinci Lem’a HAZRET-İ YUNUS ibni Mettâ Alâ Nebiyyinâ ve Aleyhissalâtü Vesselâmın münâcâtı, en azîm bir münâcattır ve en mühim bir vesile-i icabe-i duadır. Hazret-i Yunus Aleyhisselâmın kıssa-i meşhuresinin hülâsası: Denize atılmış, büyük bir balık onu yutmuş. Deniz fırtınalı ve gece dağdağalı ve karanlık ve her taraftan ümit kesik bir vaziyette, münâcâtı, ona sür’aten vasıta-i necat olmuştur. kısacık bir özetle bu güzide peygamberin kıssasını hatırlayalım; Hz.Yunus Aleyhisselam tebliğini yapar fakat halk onun izinden gitmez, isyanda ve küfürde devam eder bunu üzerine üzerlerine bir felaket gönderilecektir Hz.Yunus Aleyhisselam bu felaketten kurtarılacaktır ancak kendisi –estağfirullah- Rabbimizden gidebilirsin iznini beklemeden gemiyle denize açılır, Hz Yunus Aleykum Selam ve Rahmetullahi ve Berekatuhu Ebeden Daimen gitmesindeki asıl etken kavminin inkârda ısrar etmesi ve onların inanmayacağını inkarlarından dönmeyeceğinden dolayı kavmini terk eder ancak nefsini dinlemek ve bunun sonucunda başa gelecek musibetlere bir örnek teşkil ettirilmek üzere bu mübarek peygamberin de başına bir sürü musibet getirilir hava bozulur, deniz kabarır gemi rotasını tutturamaz ila ahir. bu musibetlerden kurtulmanın, musibetleri celb eden kişinin gemiden uzaklaştırılması gerektiği düşünülür ve bu kişiyi bulmak için kura çekilir, ard arda çekilen kuralar hep hz. Yunus as ı işaret eder ve Hz. Yunus as. denize atılır ve denizde bir balık Yunus as ı yutar .. mübarek peygamber bu olaylar silsilesinin sebebini anlayınca Rabbine iltica eder ve münâcâtını sunar; Şu münâcâtın sırr-ı azîmi şudur ki: O vaziyette esbab bilkülliye sukut etti. Çünkü o halde ona necat verecek öyle bir Zat lâzım ki, hükmü hem balığa, hem denize, hem geceye, hem cevv-i semâya geçebilsin. Çünkü onun aleyhinde gece, deniz ve hût ittifak etmişler. Bu üçünü birden emrine musahhar eden bir Zat onu sahil-i selâmete çıkarabilir. Eğer bütün halk onun hizmetkârı ve yardımcısı olsaydılar, yine beş para faydaları olmazdı En’âm Sûresi 17. ayette Rabbimiz وَإِنْيَمْسَسْكَاللَّهُبِضُرٍّفَلَاكَاشِفَلَهُإِلَّاهُوَۖوَإِنْيَمْسَسْكَبِخَيْرٍفَهُوَعَلَىٰكُلِّشَيْءٍقَدِيرٌ Ve in yemseskellâhu bi durrin fe lâ kâşife lehu illâ huve, ve in yemseske bi hayrın fe huve alâ kulli şey’in kadîr(kadîrun). Eğer Allah sana bir zarar dokundurursa, o taktirde onu, O'ndan başka giderecek yoktur. Sana bir hayır dokundurursa, artık O, herşeye kaadirdir. buyurmaktadır; yine Yûnus Sûresi 107. ayet; وَإِنْيَمْسَسْكَاللَّهُبِضُرٍّفَلَاكَاشِفَلَهُإِلَّاهُوَۖوَإِنْيُرِدْكَبِخَيْرٍفَلَارَادَّلِفَضْلِهِۚيُصِيبُبِهِمَنْيَشَاءُمِنْعِبَادِهِۚوَهُوَالْغَفُورُالرَّحِيمُ Ve in yemseskallâhu bidurrin fe lâ kâşife lehu illâ hû(hûve), ve in yuridke bi hayrin fe lâ râdde li fadlih(fadlihi), yusîbu bihî men yeşâu min ibâdih(ibâdihi), ve huvel gafûrur râhîm(râhîmu). “Ve eğer Allah, sana bir zarar (bir darlık) dokundurursa, artık onu, O'ndan (Allah'tan) başka giderecek kimse yoktur. Ve eğer sana (senin için) bir hayır isterse, o taktirde O'nun fazlını geri çevirecek kimse yoktur. O'nu kullarından dilediği kimseye isabet ettirir. Ve O; Gafûr'dur (mağfiret eden), Rahîm'dir (rahmet nurunun sahibi).” denilmektedir, ve yine Fâtır Sûresi 2.ayette; مَايَفْتَحِاللَّهُلِلنَّاسِمِنْرَحْمَةٍفَلَامُمْسِكَلَهَاۖوَمَايُمْسِكْفَلَامُرْسِلَلَهُمِنْبَعْدِهِۚوَهُوَالْعَزِيزُالْحَكِيمُ Mâ yeftehillâhu lin nâsi min rahmetin fe lâ mumsike lehâ, ve mâ yumsik fe lâ mursile lehu min ba’dih(ba’dihî), ve huvel azîzul hakîm(hakîmu). Allah, rahmetinden insanlar için ne açarsa (genişletirse), o taktirde onu tutacak yoktur. Ve neyi tutarsa, artık O'ndan sonra onu gönderecek (serbest bırakacak) da yoktur. Ve O; Azîz'dir (üstün, yüce), Hakîm'dir (hüküm ve hikmet sahibi). buyurulmaktadır, Demek esbabın tesiri yok. Müsebbibü’l-Esbabdan başka bir melce olamadığını aynelyakin gördüğünden, sırr-ı ehadiyet, nur-u tevhid içinde inkişaf ettiği için, şu münâcat birden bire geceyi, denizi ve hûtu musahhar etmiştir. sebep yalnız zâhirî bir perdedir. Çünkü, gayet hakîmâne gâyeleri, hikmetli amaçları ve mühim semereleri, önemli sonuçları, olayların meyvelerini istemek ve bunları gerçekleştirecek güce sahip olmak, irâde etmek, gayet Alîm, Hakîm birinin işi olmak lâzımdır; sebebler ise, şuursuzdurlar, câmidirler, cansızdırlar bütün sebepler zahiri olarak olayların, sonuçların kaynağı gibi görünse de her şeyin yönetimi, idaresi kendi elinde olan Kadir-i Hakim den başka olayları yaratacak, yön verecek hiçbir güç bulunmamaktadır. O nur-u tevhid ile hûtun karnını bir tahtelbahir gemisi hükmüne getirip ve zelzeleli dağvâri emvac dehşeti içinde, denizi, o nur-u tevhid ile emniyetli bir sahrâ, bir meydan-ı cevelân ve tenezzühgâhı olarak o nur ile semâ yüzünü bulutlardan süpürüp, kameri bir lâmba gibi başı üstünde bulundurdu. Her taraftan onu tehdit ve tazyik eden o mahlûkat, her cihette ona dostluk yüzünü gösterdiler. Tâ sahil-i selâmete çıktı, şecere-i yaktîn altında o lûtf-u Rabbânîyi müşahede etti. İşte, Hazret-i Yunus Aleyhisselâmın birinci vaziyetinden yüz derece daha müthiş bir vaziyetteyiz. Gecemiz istikbaldir. İstikbalimiz, nazar-ı gafletle, onun gecesinden yüz derece daha karanlık ve dehşetlidir. istikbalimiz .. geleceğimiz .. dünyevi meşgaleler, hayat-ı içtimaiye, derd-i maişet .. ekonomik krizler, işten çıkarılmalar, doğal afetler, duygusal yıkımlar, saymakla bitmez dünyevi çile … ya ölüm sonrasına ne demeli ? dört bir yandan üzerimize hücum eden günahlar, bunların içinde dinini ayakta tutabilme, mümin kalabilme savaşı .. hakiki teslimiyeti yaşayamazsak eğer belirsizliklerle, olumsuzluklarla, korkularla doludur geleceğimiz, ahretimiz .. Denizimiz, şu sergerdan küre-i zeminimizdir. Bu denizin her mevcinde binler cenaze bulunuyor; onun denizinden bin derece daha korkuludur. uzayın boşluğunda dönüp dolaşan devasa bir küre, ve onunla birlikte daha nice koca koca gezegenler, yıldızlar birisi rotasını bir saniye şaşırsa yıkımlarla sonuçlanacak kadar ince çizgilerde hareket eden yüzlerce milyonlarca gezegen ve yıldız, hem dünyamız üzerinde yaşamış, yaşayan ve yaşayacak olan insanlar kim bilir kaç nesil toprak olmuş, daha kaç nesil yetişecek ve toprak olacak, hepimiz 10, 20, 30 hadi 50 sene 60 sene sonrasının cenazeleri olarak dolaşıyoruz, bizler birer ceset olduğumuz gibi, etrafımız da cesetlerle dolu zahiri idamlarla, ölümlerle, zahiri ayrılıkların kederleri ile sarılıp sarmalanmışız Bizim hevâ-yı nefsimiz, hûtumuzdur; hayat-ı ebediyemizi sıkıp mahvına çalışıyor. Bu hut, onun hûtundan bin derece daha muzırdır. Çünkü onun hûtu yüz senelik bir hayatı mahveder. Bizim hûtumuz ise, yüz milyon seneler hayatın mahvına çalışıyor. "heva" insanın bencil tutku ve istekleridir. hevanın kaynağı ise insanın içindeki "nefs-i emmare"dir. nefs-i emmare, Hz. Yusuf'un Kuran'da bildirilen ifadesiyle "var gücüyle kötülüğü emredendir" (Yusuf Suresi, 53). ve madem nefs insana "var gücüyle kötülüğü emretmekte"dir, o halde insan da nefsin kendisine vereceği emirlere karşı son derece uyanık olmalıdır. Peygamber aleyhisselatu vesselam efendimizin bir çok hadisinde de asıl savaşın nefisle olduğu, onu dize getirebilenin kurtuluşa erebileceği vurgulanmıştır, ve üstadımızın nasihatlarına hep ey nefsim diyerek başlaması, hep kendi nefsini eğitmeye çalışması da gösteriyor ki; cennet ve cehennem kavşağına geldiğimizde başka hiçbir yolun olmadığı, sadece bu iki yolun olduğu, o kavşakta, maazallah rotamızın cehenneme kaymasına sebep olabilecek, bizi cehennem yakıtı olmaya itecek en büyük düşmanımız hevâ-yı nefsimiz, nefs-i emaremiz .. nefsimizin gelip geçici bencil istekleri, zararlı ve günâh olan arzuları, ve bizi kötülüğü teşvik eden, kötülüğü emreden kısmıdır. Madem hakikî vaziyetimiz budur. Biz de, Hazret-i Yunus Aleyhisselâma iktidaen, umum esbabdan yüzümüzü çevirip, doğrudan doğruya, Müsebbibü’l-Esbab olan Rabbimize iltica edip “Senden başka ilâh yoktur. Seni her türlü noksandan tenzih ederim. Gerçekten ben kendine zulmedenlerden oldum.” (Enbiyâ Sûresi, 21:87.) demeliyiz ve aynelyakin anlamalıyız ki, gaflet ve dalâletimiz sebebiyle aleyhimize ittifak eden istikbal, dünya ve hevâ-yı nefsin zararlarını def edecek yalnız o Zat olabilir ki, istikbal taht-ı emrinde, dünya taht-ı hükmünde, nefsimiz taht-ı idaresindedir. dikkatsizliğimiz, endişesizliğimiz, vurdumduymazlığımız nefsimize uyarak Rabbimizi ve emirlerini unutmamız ve Hak ve hakîkatten, dinden sapmamız ayrılmamız sebebiyle bütün dünya, geleceğimiz, nefsimizin arzuları bizim aleyhimizde bize her iki dünyada da cehennemi yaşatmak için ittifak halinde oluyorlar. bizi bu kısırdöngüden, felaketten kurtarabilecek Zat, öyle bir Zat olmalı ki; hem geleceği, hem dünyayı hem de nefsimizi idare edebilmeli, onların hepsine söz geçirebilmelidir; Acaba Hâlık-ı Semâvat ve Arzdan başka hangi sebep var ki, en ince ve en gizli hâtırât-ı kalbimizi bilecek? Ve bizim için istikbali, âhiretin icadıyla ışıklandıracak ve dünyanın yüz bin boğucu emvâcından kurtaracak -hâşâ-Zât-ı Vâcibü’l-Vücuddan başka hiçbir şey, hiçbir cihette, Onun izin ve iradesi olmadan imdad edemez ve halâskâr olamaz evet burada ilginç bir nokta var; Kehf suresi 23-24. ayetlerdeki vurguya dikkat etmeli; وَلَاتَقُولَنَّلِشَيْءٍإِنِّيفَاعِلٌذَٰلِكَغَدًاإِلَّاأَنْيَشَاءَاللَّهُۚوَاذْكُرْرَبَّكَإِذَانَسِيتَوَقُلْعَسَىٰأَنْيَهْدِيَنِرَبِّيلِأَقْرَبَمِنْهَٰذَارَشَدًا Ve lâ tekûlenne li şey'in innî fâılun zâlike gadâ(gaden). İllâ en yeşâallâhu vezkur rabbeke izâ nesîte ve kul asâ en yehdiyeni rabbî li akrabe min hâzâ reşedâ(reşeden). Bir şey hakkında “Ben, bunu yarın mutlaka yapacağım deme.” Ancak Allah'ın dilemesiyle (yapacağım de). Ve unuttuğun zaman Rabbini zikret ve de ki: “Rabbimin beni (Allah'a) bundan daha yakın (daha üstün) bir irşad seviyesine ulaştırmasını umarım.” ve İnsan suresi 30. ayet; وَمَاتَشَاءُونَإِلَّاأَنْيَشَاءَاللَّهُۚإِنَّاللَّهَكَانَعَلِيمًاحَكِيمًا Ve mâ teşâûne illâ en yeşâallâh(yeşâallâhu), innallâhe kâne alîmen hakîmâ(hakîmen). Ve Allah dilemedikçe siz dileyemezsiniz. Muhakkak ki Allah; Alîm'dir, Hakîm'dir (hüküm ve hikmet sahibidir). bu ayetlerde tekrar tekrar vurgulandığı gibi, her şeyin iktidarının Rabbimizde olduğu, onun dilemesi ile her şeyin olduğu ve tek yardım kapısının kendi Zatı olduğu aşikardır .. O ki koca kainatı yaratıp her mahlukunun isteğini daha mahluku bile fark etmeden bilen her duayı işiten Zat her şeyin idaresi kendinde olan Zat-ı Zülcelal ancak o isterse ol derse olabiliyor her şey Madem hakikat-i hal böyledir. Nasıl ki Hazret-i Yunus Aleyhisselâma o münâcâtın neticesinde hûtu ona bir merkûb, bir tahtelbahir ve denizi bir güzel sahrâ ve gece mehtaplı bir lâtif suret aldı. Biz dahi o münâcâtın sırrıyla "La ilahe illa ente sübhaneke inni küntüm minez zalimin" demeliyiz "La İlahe illa ente" – Sen’den başka ilah yoktur cümlesiyle istikbalimize, "Sübhaneke" - Sen her noksandan münezzehsin kelimesiyle dünyamıza, "inni küntüm minez zalimin" - Gerçekten ben kendine zulmedenlerden oldum fıkrasıyla nefsimize nazar-ı merhametini celb etmeliyiz. Tâ ki, nur-u iman ile ve Kur’ân’ın mehtabıyla istikbalimiz tenevvür etsin ve o gecemizin dehşet ve vahşeti, ünsiyet ve tenezzühe inkılâp etsin. Ve mütemadiyen mevt ve hayatın değişmesiyle seneler ve karnlar emvâcı üstünde hadsiz cenazeler binip ademe atılan dünyamız ve zeminimizde, Kur’ân-ı Hakîmin tezgâhında yapılan bir sefine-i mâneviye hükmüne geçen hakikat-i İslâmiyet içine girip, selâmetle o denizin üstünde gezip, tâ sahil-i selâmete çıkarak hayatımızın vazifesi bitsin. O denizin fırtınaları ve zelzeleleri, sinema perdeleri gibi tenezzühün manzaralarını tazelendirmekle, vahşet ve dehşet yerine, nazar-ı ibret ve tefekkürü keyiflendirerek okşayıp ışıklandırsın. Hem o sırr-ı Kur’ân’la, o terbiye-i Furkaniye ile, nefsimiz bize binmeyecek, merkûbumuz olup, bizi ona bindirip, hayat-ı ebediyemizin kazanmasına kuvvetli bir vasıtamız olsun. Elhasıl: Madem insan, mahiyetinin câmiiyeti itibarıyla, sıtmadan müteellim olduğu gibi, arzın zelzele ve ihtizâzâtından ve kâinatın kıyamet hengâmında zelzele-i kübrâsından müteellim oluyor. Ve nasıl ki hurdebinî bir mikroptan korkar, ecrâm-ı ulviyeden zuhur eden kuyruklu yıldızdan dahi korkar. Hem nasıl ki hanesini sever, koca dünyayı da öyle sever. Hem nasıl ki küçük bahçesini sever; öyle de, hadsiz ebedî Cenneti dahi müştakane sever. Elbette, böyle bir insanın Mâbudu, Rabbi, melcei, halâskârı, maksudu öyle bir Zat olabilir ki, umum kâinat Onun kabza-i tasarrufunda, zerrat ve seyyârat dahi taht-ı emrindedir. Allah teala vetekaddes hazretleri bunu bize şöyle bildiriyor, لَهُمَقَالِيدُالسَّمَاوَاتِوَالْأَرْضِۗوَالَّذِينَ كَفَرُوابِآيَاتِاللَّهِأُولَٰئِكَهُمُالْخَاسِ رُونَ Lehu makâlîdus semâvâti vel ard(ardı), vellezîne keferû bi âyâtillâhi ulâike humul hâsirûn(hâsirûne). Göklerin ve yerin hazineleri O'nundur. Allah'ın âyetlerini inkâr edenler, işte onlar; onlar hüsranda olanlardır. (Zümer Sûresi, 39:63) لَهُمَقَالِيدُالسَّمَاوَاتِوَالْأَرْضِۖيَبْسُطُالرِّزْقَلِمَنْيَشَاءُوَيَقْدِرُۚإِنَّهُبِكُلِّشَيْءٍعَلِيمٌ Lehu mekâlîdus semâvâti vel ard(ardı), yebsutur rızka li men yeşâu ve yakdir(yakdiru), innehu bi kulli şey’in alîm(alîmun). Göklerin ve yerin anahtarları, O'nundur. Dilediğinin rızkını genişletir ve daraltır. Muhakkak ki O, herşeyi en iyi bilendir. (Şûrâ Sûresi, 42:12) farklı ayetlerde de direkt olarak ifade edilen bu gerçeği çok iyi düşünmek ve kavramak gerekiyor .. ve bu kadar çok zorluklar, korkular, düşmanlar arasında kalmış insanın, yöneleceği tek kapı Rabb-ı Rahim’in kapısı olmalıdır. Elbette öyle bir insan daima Yunusvâri (a.s.) "La ilahe illa ente sübhaneke inni küntüm minez zalimin" demeye muhtaçtır. sübhaneke la iIlmelena illa maallemtena, inneke entel alimül hakim ve ahuru davahum enilhamdulillahi rabbil alemin, el fatiha ma salavat mavinur

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder