7 Aralık 2012 Cuma

30. Söz...(İnsandaki "Ene"nin mahiyeti) Bismillahirrahmanirrahim... Ene, “ben” demektir. Benlik, insanın kendi varlığından ve sıfatlarından haberdar olması, nefsini ve malını kendine nispet edebilmesidir. İnsan, güttüğü koyunlar için ‘benim koyunlarım’ diyebildiği halde o koyunlar, meselâ, kendi ayakları için ‘benim ayaklarım’ diyemiyorlar. Güneş de gezegenlerine sahip çıkamıyor. Halife, sultanın mülkünde, O’nun namına tasarruf eder. ‘Benim malım, benim mülküm’ derken, mülkün gerçek sahibini hatırından çıkarmaz. Onun böyle deyişi, bir askerin ‘benim tüfeğim’ yahut ‘benim koğuşum’ demesi gibidir. Benlik yerinde kullanması şartıyla büyük bir nimet, büyük bir sermayedir. Arzın halifesi olduğunu unutmayıp Kainat Sultanı’nın namına hareket etmek, O’nun emanetlerini, yine O’nun rızası yolunda kullanmak şartıyla... O’nun emanetlerini, yine O’nun rızası yolunda kullanmak şartıyla... hevesini ve nefsini karıştırmamak şartıyla... ‘Nefsini bilen Rabbini bilir’ sırrına ermek, ‘ben’ diyebilmeyi bir anahtar yapıp ‘O’ diyebilmek şartıyla... Tarlasına tohum serperken, rüzgârdan pek farklı bir iş yapmadığını, keza bahçesini sularken de yağmurun vazifesini taklide çalıştığını bilmek, tıpkı onlar gibi kendisinin de Allah’ın mülkünde bir hizmetçi olduğunu unutmamak şartıyla... Kendi varlığını düşünürken, ‘Bana bu varlığı kim lûtfetti ise, şu bütün âlemi de yoktan var eden ancak O’dur.’ diyebilmek ve mutlak varlığın ancak O’na mahsus olduğunu bilmek şartıyla... İlmini ve kuvvetini düşünürken de; ‘Bana ilmi tattıran elbette Alim, bana kuvvet bahşeden elbette Kadirdir.’ diyerek Kendisine takılan diğer sıfatları, kabiliyetleri ve halleri de bu manada değerlendirebilmek şartıyla... kainat, bir yönüyle, ‘benlikten’ uzak tutulanlar ordusu!.. Sema yüksekliğine güvenmez, toprak çiğnenir aldırmaz. ay, dünyaya bağlı olmayı mesele yapmaz, bülbül sesiyle övünmez, arı balıyla gururlanmaz... niçin..? cevap tektir: “Hiçbirinde benlik olmadığı için.” benlikten uzak tutulan her mahlûk, bir yönüyle mahrumdur, ama diğer yönüyle korunmuştur. Mesela, şu güneşimiz, “ben” diyebilseydi, belki Allah’ı bilme ve sevmede hayli yol kat edebilirdi. Ama bilemiyoruz, belki de büyüklük iddiasında bulunur, kuvvetine güvenir, gezegenleriyle gururlanır, ziyasıyla övünürdü... Bu ise onun için feci bir hal olurdu... Şimdi bu gafletten korunmuş ve bu sapıklıktan uzak, sürdürüyor vazifesini... Bir de melekler alemi var. Onlar benlik davası gütmekten çok çok uzaktırlar. gurur nedir bilmez, kıskançlıktan anlamaz, hasedi tanımazlar. Bu isyansız varlıklar, Rablerine kim daha iyi ibadet ederse onu daha çok severler. Üstad, benlik konusunda şu harika tespiti yapar: "Cenab-ı Hak tarafından insanlara verilen benlik ve hürriyet, uluhiyet sıfatlarını fehmetmek üzere bir vahid-i kıyasi vazifesini görüyor. Maalesef su’-i ihtiyar ile hakimiyet ve istiklaliyete âlet ederek tam bir firavun olur." İnsanoğlu çoğu zaman, sözlerine “ben” diye başlar ve “şunu yaptım, bunu ettim” diye sürdürür konuşmasını. Yaptığı işlere sahip çıkmakla, onları kendi hür iradesiyle tercih ettiğini ve öylece icra sahasına koyduğunu ifade etmiş olur. Hürriyet nimeti olmaksızın, kendisine zorla yaptırılan işlere ise sahip çıkmaz. Onlar hakkında konuşurken, “ben yaptım” demez ve o işlerde bir sorumluluğu olmadığını savunur. Demek ki; bu ve benzeri işlerde, konuşmalarda iki unsur birlikte iş görürler "Benlik ve hürriyet." İnsan, benlik ve hürriyet sayesinde kendisine takılan İlahi hediyeleri kendine nispet edebiliyor.. “benim gözüm, benim aklım, benim kalbim” diyebiliyor. Ve bunları dilediği gibi kullanma serbestisine sahip. Ama gözden ırak tutmaması gereken bir gerçek var bütün bunlar birer İlahi emanet. gerek organlarını ve ruh dünyasını, gerekse, malını, mülkünü ve makamını sadece ve sadece Allah’ın razı olduğu sahalarda kullanmak durumunda. İnsanoğlu..!! benlik ve hürriyet sermayesini nasıl kullanacaktır? Bu sorunun cevabında iki şıkla karşı karşıya bulunuruz: Biri doğru, diğeri yanlış. İnsan kendi ruhuna takılan sıfatları, hisleri, duyguları hür olarak kullanmakla bir takım işler görüyor ve kendisine verilen benlikle de bu işlere sahip çıkıyor. İşte, bu kabiliyetini İlahi marifet sahasında kullanabilirse, soruya doğru cevap vermiş olur. Bunu nasıl başaracağı ise Nur Külliyatında çok güzel bir misalle ortaya konuluyor. bu misal bir anahtardır..! ve bizi çok gerçeklere kavuşturabilir. “Mesela: Bir adam Cenab-ı Hakk’ın kudretini anlamak için bir taksimat yapar: “Buradan buraya benim kudretimdedir, bundan o yanı da Onun kudretindedir” diye vehmi bir çizgi çizmekle mes’eleyi anlar. Sonra mevhum hattı bozar, hepsini de ona teslim eder.” (Mesnevî-i Nuriye) İnsan, elli kilogramlık bir taşı havaya kaldırdığında, bu işi kendisine ihsan edilen kuvvet sayesinde yaptığını bilir; ama yine de “ben bu taşı kaldırdım” diyerek o işe sahip çıkar. Zira o işi irade eden ve yapan kendisidir; bir başkası değil. İşte insan, bu kuvvetini vahid-i kıyasi yaparak der ki “Allah da şu üzerinde durduğum dünyayı İlahi kudretiyle döndürüyor.” İnsan, kendisine ihsan edilen kuvvet sayesinde bu hükme varabiliyor. Yani, dünyayı döndüren kudretin, onu ve elindeki taşı da birlikte döndürdüğünü düşündüğünde kendi kuvvetinin ne kadar zayıf olduğunu anlayarak, bütün kuvvet ve kudretin Allah’a ait olduğunu tasdik ediyor. Bu konu üzerinde düşünürken, öncelikle, Allah’ın varlığının “vacip”, insan varlığının ise “mümkin” olduğu dikkatten uzak tutulmamalı. İnsan mahluk olduğu gibi, sıfatları da mahluktur. İnsan mümkin olduğu gibi, sıfatları da mümkindir. Ve nihayet bir mahluk olan insanın Halık’ına benzemesi düşünülemeyeceği gibi, onun mahluk sıfatlarının da, mesela, iradesinin, ilminin, kudretinin de Allah’ın ilim, kudret ve iradesine hiçbir cihetle benzemeyeceği unutulmamalıdır. Sözler’de benlik için, “rububiyetinin sıfat ve şuunatının hakikatlarını gösterecek, tanıttıracak, işarat ve nümuneleri câmi’ bir ene” ifadesi kullanılır. şimdi bu cümleyi mutalaa edelim.. Önce işaretten başlayalım; Bir insan, parmağıyla güneşi işaret edebilir, ama parmakla güneş arasında da hiçbir benzerlik yoktur. Keza, haritadaki bir nokta da bir şehre işaret eder. Ama o noktada söz konusu şehrin ne yollarını, ne binalarını, ne de insanlarını bulabiliriz. Bize takılan sıfatlar da İlaha sıfatlara birer işaret... Bunlarla o vacip, sonsuz ve mutlak sıfatların varlıklarını bilebiliriz. Ama haritadaki noktalara benzeyen bu sıfatlarımızla, İlahi kudret arasında hiçbir benzerlik olamayacağını da hatırdan çıkarmayız. Bunlar birer işarettirler, o kadar. Numuneye gelince: İnsanoğlu, mesela, bir ev yapacağı zaman önce onun planını zihninde kurar ve bunu bir kağıda döker. İkinci safhada ise irade ve kudretini sarf ederek o plana uygun bir ev koyar ortaya. İşte bütün bunlar birer numunedirler. Biz bu numuneye bakarak asıl hakkında bir derece fikir sahibi olur ve deriz ki: Şu kainat sarayı önce takdir edilmiş ve bu takdire uygun olarak inşa edilmiştir. Ene, hem işaret hem de numuneleri cami olduğuna göre, ondaki numuneler de işaretler gibi mahluktur, kişinin kendine hastır ve bunların da İlahi takdir, irade ve kudretle hiçbir benzerlikleri düşünülemez. Şimdi şöyle bir düşünelim: İnsanda bu numuneler yaratılmamış olsaydı insanın İlahi sıfatları tanıması, bilmesi nasıl mümkün olacaktı? Mesela, insana irade verilmeseydi ve insan bu iradeye benliğiyle sahip çıkıp onu hür olarak kullanamasaydı Allah’ın irade sıfatını bilebilir miydi? İnsanın o cüzi kuvveti ve kudreti olmasaydı, Allah’ın Kudret sıfatını ve Kadir ismini bilmesi mümkün olabilir miydi? Merhamet nedir, Gazab nedir, Allah’ın rahmet ve gazabı olduğunu hayal bile edemezdi. ********************** sohbetimizi Efendimizin bir duasıyla nihayetlendirelim inşaAllah.. "Ey Rabbim..!! Gayb ilminle ve halk üzerine kudretinle, hayatı benim için hayırlı gördükçe beni yaşat ölümü benim için hayırlı gördüğün zaman da beni vefat ettir Ey Rabbim! Gizlide ve açıkda senden haşyetini istiyorum. Rıza halinde de, gadab halinde de ihlas sözünden ayırma fakirlikte de zenginlikte de itidalden ayırmamanı istiyorum Senden tükenmez bir nimet, kesilmez bir göz ferahlığı istiyorum. Senden beni kazana razı kılmanı ölümden sonra yaşamanın serinliğini istiyorum. Senden yüzüne bakmanın lezzetini; sana kavuşmanın şevkini istiyorum. Bütün bunları zarar vericinin zararından, sapdırıcı bir fitneden uzak olarak vermeni istiyorum Ey Rabbim! Bizi iman ziynetiyle süsle, bizi doğru yolda olan hidayet rehberleri kıl..." Amin.. Ya Rabbi.. Alemlere rahmet olarak gönderdiğin habibin ve resulün olan Efendimiz Muhammed Aleyhisselam'a onun bütün âl ve ashâbına, kardeşleri olan diğer peygamber ve resullere, ve salih kullarına salât ve selâm eyle. Amin. El Fatiha…….

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder